HINÇ…

Evet, henüz hiç kimse son sözünü söylememiş, toplumdaki rol ve görevlere nihai şekli verilmemiş­tir. Toplum mekanizması kendini her sabah yenilemek ihtiyacı hissettiğinde, sanki herkesin bir başkasıyla görülecek bir hesabı varmış gibi derin bir ruh­sal enerjiden kuvvetini alır. Bilinçsiz de olsa, kör bir güç de taşısa, manevi bir öç yasası karanlıkta gezinir, gizli adımları ve niyetleri yönetir. Hınç nesnesini arar ve bulur. Ötede beride görmezden gelinecek ve yok edilecek bir-iki kişi daima mevcuttur. Hınç kendini sözcüklerin arasında gizler, davranışların tutarsızlığında histerisini ifşa eder –her gülümsemede esasen daha fazla bir itiraz vardır. Her şeyin makul seviyelerde açık, doğru ve şef­faf kılındığı iddiasına karşılık hınç duygusu modern yaşamın kalıplarına ustalıkla sinmiştir ve insanlar arasında en çok hissedilen bir psikolojiyi yaratmıştır.
“Tüm insanlar doğal olarak birbirlerinden nefret ederler” tespitinde bulunur Pascal. Peki, bu nefretin kökeni neye dayanır? Başkasının yıkımı ile mutlu bir dünya inşa etme yanılsamasına mı? Bir kendilik kaygısının var ol­­duğu muhakkaktır. Hıncın ağır yükü hissedildiğinde kendinden uzaklaşan bir tavır ortaya çıkar.  Ama daha da önemlisi ciddi bir değerler sorunu ile karşılaşırız. İnsanlar eşitliği, adaleti ve dayanışmayı doğal bir süreç gibi hiçbir zaman kabullenmemişlerdir. Demokratik toplumlar bu tür değerleri çoğu zaman insanlara hazır kalıplar halinde sunmakta, bireylerden kendileri olmalarını isteyecek yaratıcılığa dayalı, herhangi farklı bir değer talep et­memektedirler. Gruba uyum, statünün korunması bireysel bir değer yaratmaktan çok daha önemlidir. Her türlü niteliğin sözde eşitlendiği ve gene söz­de her şeyin değerinin verilmeye çalışıldığı bir ortamda, –bu ikiyüzlülük hemen fark edilecektir– konumlar arasındaki herhangi küçük bir oynama ve boşluk büyük hınç dalgalarını yaratacaktır.
Efendi-köle diyalektiğini anımsayacak olursak özgürlüğüne kavuşan kö­lenin ilk büyük hamlesi, kendini köle kılan unsurları bu sefer daha ağır koşullarda yeniden hazırlamaktır. Onu yıllar içinde efendiliğe taşıyan bilinç, başkasına nasıl davranılması gerektiğini kendi üzerinden deneyimlemek olmuştur. Köle tek bir rolün adamıdır. Kabul etmediğin halde boyun eğecek, öfkelendiğinde gülümseyecek, yaralandığında ise teşekkür edeceksin. Tatlı söz ve iltifatlar, içindeki zehri beraberinde taşır ve nasıl olsa bir gün hedefini bulur. Sözcüklerle hemen her şey açıklanabildiği gibi birçok şeyin üstü kapatılabilir. En yüce değerleri kutsarken, her türlü idealleştirmenin ötesinde intikam dolu bir bakış bizi bekler.
Hınç, topluma yayılan bulaşıcı bir hastalıktır. Bunun en belirgin örneğini geniş kalabalıkları harekete geçirmek için kullanılan hınç söylemlerinde görürüz. Hınç dev bir kütledir, âdeta bir dağ, hayalî bir canavardır.

Düşmanımın düşmanı dostum olabilir mi?…İşte bugünün Türkiye’si, en alt seviyeden en üst noktaya varıncaya dek yapay ittifaklarla kurulan bu tipik hınç ahlâkını en iyi şekilde yansıtmaktadır.

Sanırım anlatabildim dostlar nereye varmak ister bu satırlar… artık size kalmış devamı…

Tavsiye: Doğu-Batı Dergisi

Güncelleme : 2016-11-20 17:47:12

ADEM KARA hakkında

Yeni-Yakınçağ Tarihi Osmanlı Kent Hayatı, Osmanlıda Yenileşme Hareketleri, Osmanlı Devlerinde Sosyal Yapı ve Göçler, Halkevleri...
Bu yazı Köşe Yazısı kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir yanıt yazın