KORKU…

Bir bebek ağlayıp bağırmaya başladığında ve ne yaparsanız yapın susmak bilmediği zaman dadısı bu ufacık çocuğun karakteri üzerinde çoğu kere akıllıca tahminlerde bulunur, “şunu istiyor, bunu istemiyor” diye birtakım varsayımlar öne süreriz, taki bulana kadar sorunun ne olduğunu…

Birçok insan korkuyu inkâr etmiş ve bu konuda sağlam kanıtlar öne sürmüştür. Şu var ki, korkular içerisinde olan bir insan kanıtlara kulak asmaz; o yalnızca kalbinin atışlarına kulak verir ve içine ateş düştüğünü fark eder. Bilgiç bir

insanın düşüncesi tehlikeden korkuya doğru gider; kendini tutkularına kaptırmış olan bir insanınki ise, korkudan hareket ederek tehlikeye varır. Her ikisi de akla uygun bir biçimde hareket etmek ister, ama her ikisi de yanılır; şu var ki, bilgiç bir insan iki kere yanılır: Hem korkunun gerçek nedenini bilmez, hem de ötekinin hatasını anlayamaz. 

Korkan bir insan, varlığından şüphe edilemeyen bu gerçek korkuyu açıklayabilmek için, şu ya da bu, bir tehlike icat eder. Oysa hiçbir tehlike söz konusu olmadığı hâlde, beklenmedik en ufak bir olay bile korkuya yol açabilir: Birdenbire çok yakınımızda patlayan bir tabanca sesi, hattâ beklemediğimiz bir kimsenin ansızın karşımıza çıkması gibi… 

Bir insanın sabırsızlığı ve öfkesi bazen uzun süre ayakta kalmış olmasından ileri gelebilir; bu durumda ona öfkesini yatıştıracak akla uygun şeyler söylemeye kalkacak yerde, oturacak bir yer göstermeniz daha iyi olur. Her şeyin davranış biçimlerine bağlı olduğunu söyleyen Talleyrand, sandığından daha çok şey söylemiştir. Başkalarını rahatsız eden iğneyi aramış ve sonunda bulmuştur ve bunu da onlara sıkıntı vermek istemediği için başarabilmiştir. 

Herkes bilir ki, ağlayıp bağıran bir çocuk öteki çocukların da ağlayıp bağırmasına yol açar; daha fenası, çocuk bağırdıkça bağırası gelir. Dadılar işlerini bildikleri için ağlayan bir çocuğu yüzükoyun yatırırlar; bu şekilde hareket eder etmez de her şey değişir, her şey yoluna girer. İşte pek iddialı olmayan bir ikna etme sanatı! 

Bir insan korktuğu zaman da çok geçmeden öfkelenmesini beklemek gerekecektir; uyarım, öfkeye yol açar. Bir insanın tam dinlendiği ya da eğlendiği bir sırada birdenbire çağrılması hiç de hoş bir şey değildir; böyle bir insanda çoğu zaman bir değişme olur; hem de çok fazla bir değişme. Tıpkı birdenbire uyandırılan, dolayısıyla gerektiğinden çok daha fazla uyanan bir insanda olduğu gibi, insanlara hiçbir zaman huysuz ya da hırçın damgasını vurmayın; karakterlerinin şöyle ya da böyle olduğunu söylemeyin. Onları rahatsız eden şeyi bulup çıkarmaya çalışın.

Okumalar: Alain, Mutlu olma Sanatı, Doğu – Batı Yayınları

2016-12-18 17:21:59

ADEM KARA hakkında

Yeni-Yakınçağ Tarihi Osmanlı Kent Hayatı, Osmanlıda Yenileşme Hareketleri, Osmanlı Devlerinde Sosyal Yapı ve Göçler, Halkevleri...
Bu yazı Köşe Yazısı kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir yanıt yazın