NEDİR BU MUSUL KONUSU?

Geçen haftalarda Sözcü gazetesinde Sinan Meydan ekranlarda ve sosyal platformlarda paylaşılan bu konuya dair güzel bilimsel bir yazı kaleme aldı. Bizde bu hafta bu konuyu yazalım dedik. Konu uzun olduğu için iki haftaya yaydık yazımızı dostlar…

1926 Ankara Antlaşması 5. Maddesi ile Türkiye-Irak sınırının değiştirilemeyeceğini hükme bağlamıştır.

Irak’ın kuzeyinden Türkiye’nin güneyine uzanan Kürdistan Projesi yeni bir proje olmayıp en azından 100 yıl öncesinde hesap edilmiş bir emperyalist projedir. Özerklik temini gibi görünse de bu projedeki asıl amaç kesinlikle bağımsızlıktır.

Nitekim Milli Mücadele yıllarından itibaren ayrılıkçı Kürtler ve onları destekleyen İngiliz emperyalizmi, önce özerk sonra bağımsız Kürdistan planları yapmıştır. Bırakın kendi arşivlerimizi İngiliz arşivi bu yöndeki raporlarla doludur. Örneğin, 26 Mart 1920’de İngiliz Amiral Sir F. de Robeck’ten Lord Curzon’a gönderilen bir raporda “Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır…” denilmişti.

O zaman bu planın ilk somut adımı olan Sevr Antlaşması ile başlayalım değil mi? 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşmasının “Kesim III, Kürdistan” başlığını taşıyan 62-63 ve 64. Maddeleri hiçbir tereddüte yer bırakmaksızın bu düşleri ortaya koymaya yeterlidir.

62. maddeye göre Sevr Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonraki 6 ay içinde İstanbul’da İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinden üçer kişilik bir komisyon toplanıp “Suriye, Irak ve Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün olduğu bölgelerin yerel özerklik planını” hazırlayacaktı. Bu plan Süryani ve Geldaniler ile, bu bölgelerin içindeki tüm öteki etnik ve dinsel azınlıkların ilişkin tam güvenceler de kapsayacaktır.

63. maddeye göre Türkiye, bu komisyonların “Özerk Kürdistan” kararını, kendisine bildirildikten sonra 3 ay içinde yürürlüğe koymayı kabul edecekti.

64. maddede ise 62. Maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerim kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine başvururlarsa ve Konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye’ye salık verirse, Türkiye, bu öğütlemeye [tavsiyeye] uymağı ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeği, şimdiden yükümlenir.

Bu vazgeçme gerçekleşirse ve gerçekleşeceği zaman, Kûrdistan’ın şimdiye dek Musul ilinde kalmış kesiminde oturan Kürtlerin, bu bağımsız Kürt Devletine kendi istekleriyle katılmalarına, Başlıca Müttefik Devletlerce hiçbir karşı çıkışta bulunulmayacaktır.

Sevr Antlaşması’nın 145-148 maddelerinde de “ırk ve dil azınlıklarından söz edilmişti.

Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası başlattıkları işgallerle kabus gibi vatan toprağına çökenler bu toprakları paylaşma konusunda her tür enstrümanı kullanmaya kararlıdırlar.

         İşte hükümler burada buyrun yorumlayın …

Türkiye, Lozan Konferansı’nda Türklerin ve Kürtlerin “kaderleri ortak bir millet” olduğu tezini savundu. Bu tez, bir yıl kadar sonraki 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir” şeklinde ifade edilecekti.

İngiltere ise tam tersine Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduğunu belirterek “Özerk Kürdistan” tezini savunuyordu. Lord Curzon, 23 Ocak 1923’te Lozan’da, “Güney Kürdistan” dediği Musul vilayetinde, yani Kuzey Irak’ta İngiltere’nin Kürtlere özerklik vereceğini, Kürtçe eğitim veren okullar açacağını, Kürtçeyi yazı dili haline getireceğini anlatmıştı.

Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’yi destekleyen 6 büyük gazetenin başyazarı ile yaptığı 5,5 saatlik ilk basın toplantısı 16 Ocak 1923’te İzmit’te gerçekleşmiştir. Bu basın toplantısı gelecekteki Cumhuriyet rejiminin fikrî temelini oluşturmaktadır. Mustafa Kemal, yapacağı yurt gezisiyle halkın nabzını yoklayacak, toplumda bir deprem etkisi yapacak atılım ve devrimlerle ilgili olarak da aydınlarla görüşecekti

16 Ocak 1923’te İzmit basın toplantısında bir soru üzerine Kürtlük konusuna değinerek, “Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır (…) Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir” demişti. Ayrıca Kürtlere “ayrı bir sınır çizmenin” doğru olmadığını belirtmişti.

Atatürk’ün burada “bir tür mahalli muhtariyetler” derken kastettiği, 1921 Anayasası’nın 11. maddesinde illere tanınan “mahalli işlerde” özerklikti. Bu, siyasi anlamda bir özerklik değildi. 1921 Anayasası 11. madde şöyle başlar: “Vilayetler mahalli işlerde manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir.” Ayrıca 1921 Anayasası’nın bu 11. maddesi, 1924 Anayasası’nın şu 90. maddesiyle kaldırılmıştı: “Vilayetlerle şehir, kasaba ve köyler, hükmü şahsiyeti haizdir.”

Mustafa Kemal, “Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir” diyerek İngiltere’nin Lozan’daki özerk Kürdistan tezini zayıflatmak istemişti.

Atatürk, İzmit basın toplantısında Musul’un öneminden de şöyle söz etmişti: “Musul bizim için çok kıymetlidir: Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar önemli olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti oluşturmak istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırımız içindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak için sınırı güneyden geçirmek lazımdır…”

Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) kurulmasıyla oluşan bu

haritadaki sınır, 1926 Ankara Antlaşmasının değiştirilemez sınır rejimine aykırıdır. Atatürk, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürdistan’ın -Türkiye’deki Kürt nüfus nedeniyle- Türkiye’yi tehdit edeceğini düşünüyordu. Bu projeye engel olmak için sınırı Musul’u da içine alacak biçimde güneyden geçirmek istiyordu.

Türkiye Lozan’da, İngiltere’nin özerk veya bağımsız Kürdistan planlarını bozdu, ama Musul’u alamadı. İsmet Paşa’nın tüm direnişine rağmen İngiltere, Musul’u Türkiye’ye vermedi. Lozan Antlaşması’nın 3. maddesine göre Musul sorununun 9 ay içinde iki devlet arasında uzlaşmayla çözülmesine, olmazsa Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvurulmasına karar verildi.

NEDİR BU MUSUL KONUSU? 2

Musul Sorunu, 19 Mayıs-5 Haziran 1924 tarihleri arasında İstanbul (Haliç)

Konferansı’nda görüşüldü. 24 Mayıs oturumunda İngiliz temsilci Sir Percy Cox, Lozan’daki iddialarını tekrarlamaktan öte, Hakkâri, Beytüşşebab, Çölemerik ve Revanduz’un da Irak’a

bırakılmasını istedi. Türk temsilci Fethi Bey buna şiddetle karşı çıkınca

konferans dağıldı.

Fakat hesap edilen gerçeği hayata geçirmek adına eyleme geçilmişti bile… 6 Ağustos’ta İngiltere konuyu Milletler Cemiyeti’ne götürdü. 7 Ağustos’ta

Nesturiler, Hakkâri Valisi’ni pusuya düşürüp esir alarak Nesturi ayaklanmasını

başlattı. Ayaklanmaya İngiliz uçakları da destek verdi.

Milletler Cemiyeti Konseyi, 30 Eylül 1924 tarihli oturumunda 3 üyeli özel bir

komisyon kurulmasına karar verdi. Londra’da, Türkiye’de ve Bağdat’ta

incelemeler yapan komisyon, l6 Temmuz’da hazırladığı raporu Milletler

Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne sundu. 29 Ekim 1924’te Brüksel’de olağanüstü bir toplantı yapan Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye ile Irak arasında “Brüksel Sınırı” denilen geçici bir sınır belirledi. Bu, Musul’u Irak’a bırakan bir sınırdı.

13 Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanı çıktı. Bu isyan Türkiye’nin, Türk-Kürt

birlikteliği tezini zayıflattı. Sonuçta Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925’te Brüksel Hattı’nın kuzeyini Türkiye’ye, güneyini ise Irak’a bıraktı.

Türkiye, Milletler Cemiyeti kararından bir gün sonra, 17 Aralık 1925’te SSCB ile

bir dostluk ve tarafsızlık anlaşması yaparak tepkisini gösterdi. 5 Haziran 1926’da Türkiye, Irak ve İngiltere arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Böylece bugünkü Türkiye- Irak sınırı çizildi. Antlaşmanın 1. maddesinde ve ekinde Türkiye-lrak sınırı çok ayrıntılı olarak tarif edilmişti. 5. maddesinde ise tarafların, 1. maddede belirlenen sınır çizgisinin “kesinliğini ve

bozulmazlığını kabul ederek bunu değiştirmeyi amaçlayan herhangi bir girişime

geçmemeyi” kabul ettikleri belirtilmişti. Antlaşma, sınırlar konusunda süresizdi.

Sınır değiştirilmemek üzere çizilmişti. II. Dünya Savaşı’ndan sonra 29 Mart

1946’da Irak ve Türkiye arasında Ankara’da bir antlaşma daha yapıldı. O

antlaşmanın 1. maddesine göre de “1926 Antlaşması ile belirlenmiş ve çizilmiş sınıra saygı” gösterileceği belirtilmişti.

Evet, 1926 Ankara Antlaşmasıyla Musul alınamadı; ama Türkiye-lrak sınırı

kesinleşti. l926’daki bu “sınır rejimi” ile bir anlamda Türkiye ve Irak arasında

özerk veya bağımsız Kürdistan kurulması önlendi. Bu anlaşma sınırın sigortası oldu. 1932’de Irak’taki İngiliz mandasının sona ermesiyle Türkiye-lrak arasında 1937’de Sadabat Paktıyla sonuçlanacak iyi ilişkiler kuruldu.

Özerk veya bağımsız Kürdistan Projesi, 1990’larda BOP çerçevesinde bu sefer bir Amerikan projesi olarak gündeme geldi. Türkiye’nin bu projeye karşı büyük bir özenle Ankara Antlaşması’nın sınır rejimini ve Irak’ın toprak bütünlüğünü savunması gerekirdi.

Bir diğer konu ise güya Ankara Antlaşmasıyla Türkiye, 500 bin sterlin karşılığında Musul petrollerinden alacağı paydan vazgeçmişti! Neredeyse bütün siyasi tarih kitaplarında yıllarca bu yanlış tekrarlandı. Oysaki gerçek araştırıldığında az bir çaba ile ortaya çıkacak kadar ortada…

Ankara Antlaşması’nın 14. maddesinde Türkiye’nin, Irak’ın petrol gelirlerinden 25 yıl süreyle yüzde 10 pay alacağı belirtilmişti. Antlaşmaya ekli, 5 Haziran 1926 tarihli, İngiltere ve Irak yetkililerinin Türkiye’ye sundukları mektupta ise Türkiye isterse payını, 500.000 Sterlin nakit olarak da alabilecekti. Ancak Türkiye bu teklifi değil, 25 yıl süreyle yüzde 10’luk teklifi kabul etti. Bakın maddenin tam hal şu:

Madde 14: Her iki ülke arasında ortak çıkarlar sahasını genişletmek maksadıyla, Irak Hükûmeti bu antlaşmanın yürürlüğe konulması gününden itibaren 25 sene müddetle, 14 Mart 1925 tarihli İmtiyaz Mukavelenamesi’nin 30.maddesi mucebince “Turkısh Petroleum Kumpanyası”ndan, petrol ihraç edebilecek olan şirketlerden veya şahıslardan, teşkil edilecek olan muavin şirketlerden sağlanan gelirlerin %10’unu Türkiye Hükûmeti’ne ödeyecektir.

Ek: Bu fasıl Türkiye ile Irak arasında sınır hattının Cemiyet-i Akvam’ın 29 Ekim 1924 tarihli toplantısında kararlaştırılmış güzergâha göre tespit olunan kesin şeklini açıklamaktadır. Antlaşmanın imza edilmesinden sonra aynı gün İngiltere Büyükelçisi Sir Ronald Sharl Lındzey ve Irak Temsilcisi Nuri Said Paşa tarafından Hâricîye Vekili Tevfik Rüşdü Bey’e yazılan notada 14. maddeye atıfla, antlaşmanın yürürlüğe konulmasını takib eden on ay zarfında Türkiye Hükûmeti sözkonusu olan yıllık paylarını sermayeye tahvil etmek isterse Irak Hükûmeti’ne bu talebini bildirecek ve Irak Hükûmeti bu ihbar üzerine otuz gün içinde o madde hükmünün tamamıyla yerine getirilmesi için Türkiye Hükûmeti’ne 500 bin İngiliz Lirası ödeyecektir.

Irak’ta 1927’de petrol çıkarılmaya başlandı. Petrol boru hattı da 1934’te tamamlandı.

1934’ten 1951’e kadar 18 yılın bütçe kanunları incelendiğinde, “Sözleşmesi Gereğince Musul Petrollerinden Alınan” başlığı altında, bu gelirin tahsil edildiği görülmektedir. Petrol geliri 1955 yılına kadar bütçede gözüküyor. Hatta 1954’te yüklü bir ödeme var. 1955-1959 arasında ise ödeme yok. Anlaşılan, 1955’te Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı kurulunca Menderes hükümeti alacakları tahsil etmedi. Nitekim Bağdat Paktı Meclis’te görüşülürken başbakan gülümseyerek, “Terazinin bir gözüne Irak’ın dostluğunu, diğer gözüne de alacağımızı koyuyoruz!” demişti. 1958’de Irak’ta General Kasım’ın bir darbeyle iktidarı ele geçirmesinden sonra Türkiye petrol gelirlerini tahsil edemedi. l959’dan 1985’e kadar petrol gelirleri bütçeye “alacak” olarak girdi. Ancak 1986’da Başbakan Turgut Özal o tarihe kadar bütçede biriken, Irak petrol gelirinden hukuken vazgeçti.

Ankara Antlaşması şimdilerde hatırlandı. Ama birilerinin antlaşmaya hayali bir madde eklediği de ortada! Güya, Ankara Antlaşması’na göre Türkiye, “Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması şartıyla” Musul’u Irak’a terk etmişti! Oysaki 1926 Ankara Antlaşması’nda bu veya buna benzer bir madde yoktur.

Gerçi okumayan ve sadece duydukları ile cümle kuranlarda yok değil. Okuyarak, araştırarak öğrenmek yerine birilerin hesap ettiği öğretileri dinleyerek öğrenmek cazip olmalı bir kesim için. Yoksa hiç “verdik Musul’u, aldık şapkayı” diyecek kadar ileri gidemezdi kimse…

2017-03-19 18:42:29 / 2017-03-26 18:06:02

ADEM KARA hakkında

Yeni-Yakınçağ Tarihi Osmanlı Kent Hayatı, Osmanlıda Yenileşme Hareketleri, Osmanlı Devlerinde Sosyal Yapı ve Göçler, Halkevleri...
Bu yazı Köşe Yazısı kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir yanıt yazın